23 Şubat 2010 Salı

Sızılı Gölgeler
















kemanın sızısıyla kıvrılan ses

ince ince dilimledi sığındığımız geceyi..

çaresizliğin düşük omuzlarında çoğalırken
sessizliğin bukleleri


içinde titrek ışıklar gizleyen damlalar
süzüldü yanaklara.


dedim ki;


keşke, adını vatan belleyen

çekingen hevesleri söküp,
taç yapraklarını uçuştursa rüzgar..



keşke kaşlarımızı çatan mayhoşluğu silip

yüzümüze panayırlar kursa

bir kez daha güneş..


18 Şubat 2010 Perşembe

abiler, ablalar, sorular, cevaplar














sahibi sandığı sokaklar, zimmetsiz.
isimler ödünç, arkadaşlar seferi
kalbinde gümrah çarpıntılar,
ve dillerinde hep bir kilitle büyür
buralarda çocuklar.

yaşamak hep meseledir
şekerleri erken erir,
oyunları hızlı uslanır.
"hiç bir şeyden biraz fazlasına,
her şeyden çok azına sahip" olarak
büyür buralarda çocuklar.

hayattır, mücadele şarttır bu yüzden
ansızın tayinleri çıkar bir geceye
görgüsü yarım bir çekiniklikle
yaşamak adına usulca, uzaklara giderler,

gurbetine büyür buralarda çocuklar..

yaşamak adına gelinen yerde
bunun adına yaşamak mı denir?
diye soran, abiler, ablalar vardır
onlardır, alacalı düşler anlatıp,
başka bir yaşamak fısıldayan,
saran, sarmalayan, sorgulayan..

abiler, ablalar, sorular, cevaplar
bunlarla kırar yılların kilidini insan,
zincir aşınır, koşum kopar.
kendinden, kendini de taşıyan
bir başka kendi çıkarır o çocuklar..

benzer yolcular, benzer yolculuklar
kırıla kırıla kendini bulan
yine de yanında taşrası kalan
abiler, ablalar, çocuklar
iyi ki varlar..



benim tayinimin çıktığı gece de
beni saran, sarmalayan, sorgulayan,
kilidimi kırdıran değerli ağabeyim
İlker ÖZDEMİR' e

17 Şubat 2010 Çarşamba

Umudum Kırmızı















kardeş sözlerin gevezeliğiyle
devirilmiş bir geceden çıkıp yola
uykunun güneşle incelmiş zarını
apansızlığın neşesiyle dağıtacaktım.

ama kapı duvar zil yankısız,
yüzün fındık dağlarına koşmuş
nöbet sonrasında,
bense çapari ummuştum
elerimizi akşamüstü,
yüzümüzde kavrulan gençliği
denizle perdahlayıp,
kayıklar boyu uzanacaktık;

sarhoş şaraplar akıtıp
yorgun ayışığına;
bizi soluksuz bırakan hüznü
görmezden gelecektik,
bir günü daha çalacaktık işte..

şimdi pelerinim dalgasız,
karayel kumral..

gelirsin belki akşama
izin sıcak, umudum kırmızı.
17 08 2002

Levent BAYRAKLI'ya;
çocukluğun büyülü zamanlarından
büyümenin soğuk taşlarına
ve bu güne hep yakınlıkla

15 Şubat 2010 Pazartesi

Karşılama













Sanki sen hep uykusuzdun

Ve ben üşüyordum durmadan


Sabah iniyordu şehre

sonra sen


çoğalıyordum sonra

içimde kırlangıçlar

gözlerim çarkın izinde


sana değip çaya değip

rüzgar sanıyordum kendimi


96 Tandoğan


Ömer USTA için, kadim bir yakınlıkla

10 Şubat 2010 Çarşamba

kendi kendine















hayali gür, adımları yönsüz
o eski kendine bakarken kendinden
bağcıklarına basıp düşmüşlüğün
uğuldanır aniden..

her değişimde aynı kalanlar vardır
kendini andırır yine de bir şeyler
kendini bir yerden tanıyorsundur
ama nereden?

eski kendinden bakamazsın asla kendine
sen dahil kimse bunu tahmin edemez
tahmin olasılıklardan biridir
peki ama bütün bunlar
nasıl olası olabilir?


kara bir şaşırmaktır yandığın yataklar
saklandığın dumanlar, uslandığın oyunlar
sen şaşıra şaşıra kendin olmadın mı?
sonunda kendin de şaşırmayı unutmadın mı?

ancak kendine bakarsın kendinden
tık nefes kalmış o küt dilinle çok uzaktan
kendine uzaktan akraba bile olamazsın
sadece bir yerden tanır gibi bakarsın

çünkü sen şaşırmayı kaybedensin,
bütün bunlar olası mı? bile diyemezsin
çünkü tahmin olasılıklardan biridir
oysa sana artık her şey olası olabilir.

6 Şubat 2010 Cumartesi

tasviri alazlı sular..

















başkalarında "süs gibi duran güzellik,
'O'nda bir gereklilik olarak" beliriyorsa,
artık olmasını beklediğiniz bir sabahınız
ve sabahınızda telaşlı serçeler vardır.

herşeyi unutturan o kokuyla
başlarsınız yaşamaya,

koku sizin ülkeniz olmuştur.
iki nehir buluşur gibi bir yatakta,
iki halk gibi kız alıp, erkek verir,
yekleşirsiniz...

hiç potluk yoktur,
birbirinize diktiğiniz terli kumaşlarda...



ama birbirbinizi açan anahtar aşınır zamanla,

hatırlarsınız her güzel konserin bittiğini,
bir şarkı daha istersiniz, kurtarmaya

isterken bile bilirsiniz
su gurbetine doğar,
kül ise yanmaz bir daha

2 Şubat 2010 Salı

'empati' bu pankartın ardında...















yaşam kuralları değişince,
yazım kuralları da değişiyor.
birinin çaresizliğini anlatırken
titrek ünlemler kullanan kimseler yok artık..

önce yıkayıp, sonra seviyorlar 'yoksul' çocukları
'doğru zamanda, doğru yerde olmamakla'
hatta doğru yerde doğmamakla
suçu üzerlerine yıktığınız,
'gusto'su yüksek, vicdansız yaşamınızın
"kiri" olan o çocukları..

'empati' kelimesi fışkırıyor heryerde
tükürüklü ağızlardan ama,
işini kaybetmeden ya da hakları yenmeden
önce kimse anlamıyor;
"buruşuk pardesüsüyle bir babanın
kırılgan bir yelpaze olduğunu akşam eve girince..."


evet duygularınızı sömürüyorum,
deniyorum en azından,
çünkü merak ediyorum,
hâla başkasına beslediğiniz
diri duygularınızın kalıp kalmadığını..

çünkü, görüyorum, uzakta ölen birine,
yakında üzülen kimsenin olmadığını,
hatta yakında ölen birine
yakından üzülenin de olmadığını..

yine de boşverin siz,
üzmeyin kendinizi pazar gününüze
sokulmayı deneyen bu kara yazıyla..

en iyisi gazetenin ekini açın,
gözde yazarınızın önerisi olan
bir mekan seçin işkembenize,
hepimiz biliyoruz nasılsa
yaşam "guru"larınızın
duymadığını açlığın gurultularını ..

bense "utanmayı deneyelim, 'utanma'yı hatırlayalım."
diye usulca haykıran yazarın önerisine uyacağım..

Kursağından geçmemek ne güzel deyimdi,
onu hatırlayacağım...