Bir kurgumuz vardı hani kısa film için bir senaryo taslağı olarak geliştirdiğimiz. Bir kağıt paranın izini sürecektik. Para kimin elindeyse o an, onun yaşadıklarını, konuştuklarını, duygularını yazacaktık ve belki para başka bir ele geçtiği için anlatılanlar en can alıcı yerde yarım kalacaktı...
İşte Barış BIÇAKCI bu kurguya çok benzer bir kurguyla yazmış, işin içine parayı koymadan Ankara'da sokaktan başka sokağa, bir hayattan bir hayata sıçrayarak yazılan bu kitabı yazılışının üzerinden on yıl geçtikten sonra okuyunca çok etkilendim. Takıldığı ayrıntılara, sürüklendiği çağrışımlara, tekrar gözlerime sürdüğü Ankara'ya, çocuksu duyarlılığına kapılmamak elde değildi. Çok yakın hissettim kendimi ona. Hiç tanışmadığımın birini çok iyi tanıyor gibi. Aynı sokakta top sektirmiş, geceleri yıldızlara bakarak çok sohbet etmiş gibi.. "Bütün sevgili anların, geçmişteki bütün yaşantıların bir gün geri döneceğine inandırmıştı kendisini. Yoksa, yani bu doğru değilse, yaşamanın anlamı ne? Burnu sızladı. Gözleri doldu. Hayat hızla boşaltıyordu içini, ruhunun bedeninde gizlendiği her yeri..." cümlesini sızlayarak yazdığını bilir gibi.
"Yazar Osman Şahin.."Askerleğini yaparken öyküleriyle bir yarışmaya katılmış. Ödülü
aldığını öğrenir öğrenmez annesine mektup yazmış. Annesi okuma yazma
bilmeyen köylü bir kadınmış. Yazar, mektubu annesine başkasının
okuyacağını bildiği için en açıklayıcı şekilde yazmaya çalışmış. Demiş
ki 'Güzel anacığım, Türkiye'nin çok önemli bir kurumunun bir yarışmada yazdığım
hikayelerle -en- birinci oldum.' Derken bir ay sonra yazara köyden bir
mektup gelmiş. Okul defterinden yırtılmış bir kağıda eğri büğrü
harflerle yazılmış kısa bir mektup. 'Evladım birinciliğini tebrik
ederim. İnşallah ikinci de olursun, üçüncü de!'
Osman Şahin pek
anlayamamış bu temenniyi, tezkereyi alır almaz köyüne dönmüş. Bakmış ki
annesi bir elma ağacının altında kurutmalık elmalarla sofralık ayırıyor.
'Anne' demiş, 'birinciliğimi beğenmedin mi?' Annesi birkaç tane elmayı iki
eliyle avuçlayarak oğluna uzatmış. Demiş, 'Birinciyi ne yapayım, bak
bunlar böyle yan yana daha çok.'
Diyeceğim o kadın toplaya
toplaya hissediyormuş dünyayı, saya saya değil. Etrafına bakınca
taneleri değil bereketi görüyormuş çünkü." Karaduygun - Sema KAYGUSUZ
üzücü olan, üzülmek için bile çaba sarfetmek gereken bir zamanda yaşamak. o kadar yokça yaşanıyor o kadar çokça ölünüyor ki, o kadar hızlı ki aşk ve ayrılık, ekmek ve açlık; künt kalbimize sızlayan sudan bahsetmek ondan 'ahmakça' şimdi.
sahibi sandığı sokaklar, zimmetsiz. isimler ödünç, arkadaşlar seferi kalbinde gümrah çarpıntılar, ve dillerinde hep bir kilitle büyür buralarda çocuklar.
yaşamak hep meseledir şekerleri erken erir, oyunları hızlı uslanır. "hiç bir şeyden biraz fazlasına, her şeyden çok azına sahip" olarak büyür buralarda çocuklar.
hayattır, mücadele şarttır bu yüzden ansızın tayinleri çıkar bir geceye görgüsü yarım bir çekiniklikle yaşamak adına usulca, uzaklara giderler, gurbetine büyür buralarda çocuklar.. yaşamak adına gelinen yerde bunun adına yaşamak mı denir? diye soran, abiler, ablalar vardır onlardır, alacalı düşler anlatıp, başka bir yaşamak fısıldayan, saran, sarmalayan, sorgulayan..
abiler, ablalar, sorular, cevaplar bunlarla kırar yılların kilidini insan, zincir aşınır, koşum kopar. kendinden, kendini de taşıyan bir başka kendi çıkarır o çocuklar..
benzer yolcular, benzer yolculuklar kırıla kırıla kendini bulan yine de yanında taşrası kalan abiler, ablalar, çocuklar iyi ki varlar..
benim tayinimin çıktığı gece de beni saran, sarmalayan, sorgulayan, kilidimi kırdıran değerli ağabeyim İlker ÖZDEMİR' e